Dünya genelinde şirketler, iklim değişikliği stratejilerini eyleme geçirme konusunda yetersiz
EY (Ernst & Young), tüm dünyada şirketlerin iklim değişikliği alanında gerçekleştirdiği çalışmaları ortaya koyan Küresel İklim Riski Barometresi’nin 2023 versiyonunu yayımladı. EY’ın 51 ülkede 1500 kuruluşu inceleyerek hazırladığı raporda; şirketlerin iklim değişikliği konusundaki taahhütleri, bu taahhütlerin kapsamı ve detaylarının yanı sıra süreçle ilgili kamuoyuna yaptığı açıklamalar mercek altına alınıyor. Rapora göre; şirketler, iklim değişikliği stratejilerini kurumsal olarak ele alma, bu stratejileri eyleme dökme ve planlarını açıklama konusunda yetersiz kalıyor.
Uluslararası danışmanlık, denetim ve vergi şirketi EY (Ernst & Young) tarafından hazırlanan Küresel İklim Riski Barometresi raporunun beşincisi yayımlandı. Raporda yer alan bilgiler, iklimle ilgili finansal verilerin raporlanmasını teşvik etmek için kurulan “İklimle Bağlantılı Finansal Beyan Görev Gücü (Task Force on Climate-related Financial Disclosures, TCFD)” tarafından belirlenen 11 temel tavsiye ekseninde inceleniyor. Barometre, şirketleri kapsam ve kalite bağlamında değerlendiriyor.
Şirketler iklim taahhütlerini destekleyecek planlarını açıklamıyor
Bu yılki rapor, kuruluşların iklim taahhütleri ile kurumsal stratejileri arasında derin bir kopukluk olduğunu ortaya koyuyor. Rapora göre; çalışmaya katılan şirketlerin neredeyse yarısı (%47) iklim taahhütlerini açıklamalarına rağmen bu taahhütleri hayata geçirecekleri yol haritasını açıklamıyor. %74’ü ise iklim riskinin ölçülebilir etkilerini iklim değişikliği stratejileriyle ilgili açıklamalarına dahil etmiyor, bu da konunun kurumsal düzeyde yeterli değeri görmediği gerçeğini ortaya koyuyor.
Barometre, şirketlerin iklim değişikliği ile ilgili beyanlarını hem sayısal hem de kapsam açısından değerlendiriyor. Buna göre açıklamalarını paylaşan şirket oranında ilerleme kaydedilirken (2022'de %84, 2023'te %90'a yükseliyor), paylaşılan beyanların kapsamı ise yüzde 50 gibi görece düşük bir düzeyde kalıyor. Bu konuda sadece yıllık bazda +%6 oranında artan bir iyileşme sağlandığı tespit edilmiş durumda.
Ülkeler arası karşılaştırma yapıldığında, iklimle ilgili en detaylı ve geniş kapsamlı açıklama konusunda Birleşik Krallık (%66), Almanya (%62), Fransa (%59), İspanya (%59) ve ABD (%52) öne çıkıyor. Hindistan (%36), Çin ve Filipinler (her ikisi de %30) ve Endonezya'nın (%22) önemli ölçüde iyileştirmeye ihtiyaç duyduğu belirtiliyor. Bu noktada ülkelerin, Uluslararası Sürdürülebilirlik Standartları Kurulu (International Sustainability Standards Board, ISSB) düzenlemelerinde otaya konan gerekliliklere hazırlanma ihtiyacı olduğu görülüyor. Bununla birlikte iklimle bağlantılı beyan gerekliliğinin bulunmadığı pazarlar ortalamayı aşağı çekiyor ve bu durum çözülene kadar ortalamaların düşük kalacağı belirtiliyor.
Kurumsal performans
Barometreye göre; iklimle ilgili risk ve fırsatların şirketlerin mali tablolarına yansıtılma düzeyi; bir şirketin iklim değişikliği konusundaki anlayışının bir göstergesi niteliği taşıyor.Ankete katılan üç şirketten yalnızca biri, mali tablolarında iklim riskleri ve yaratacağı etki arasındaki niceliksel veya niteliksel bağlantıları açıklıyor. Bu da iklim riski ve etkisinin mali performans kapsamında eşit derecede dikkate alınmadığını gösteriyor. Ayrıca ankete katılan şirketlerin %42'si, şirketin değer zinciri ve daha geniş pazar dinamikleri için senaryo analizi yapma konusunda başarısız oluyor. İklim değişikliğini hâlâ ticari büyüme kapsamında ele almayan çoğu şirket, iklimle ilgili fırsatlara ilişkin stratejilerini açıklamaktansa (%68) riskleri açıklamaya (%77) daha eğilimli. İklim riski ile iş büyüme stratejisi arasındaki bağlantıyı anlayan şirketler, Uluslararası Finansal Raporlama Standartları (International Financial Reporting Standards, IFRS) S2 gibi iklimle ilgili yeni raporlama gerekliliklerini karşılamakta daha iyi bir konumda.
Geçiş planlaması
Ankete katılan şirketlerin neredeyse yarısı (%47) iş modellerini ve operasyonlarını verilen iklim taahhütlerine nasıl uyumlu hale getireceğini açıklamıyor. Planlarını açıklayan şirketlerin (%53) ise ayrıntı düzeyi sınırlı kalıyor. En fazla iklim riskine maruz kalan sektörlerden, enerji (%60), madencilik (%60), ulaştırma (%58), telekomünikasyon ve teknoloji (%57) sektörleri en ayrıntılı planlara sahipken tarım sektörü bu konuda geride kalıyor. Tarım sektöründen ankete katılanların sadece %43'ü iklim konusunda bir geçiş planı açıklıyor.
Şirketlerin acilen alması gereken üç önlem
EY Küresel İklim Riski Barometresi, şirketlerin acilen alması gereken üç kritik önlemi sıralıyor:
Niyeti eyleme dönüştürün: En iyi performans gösteren şirketlerde, iklim riskine uyum, eyleme dönüştürülebilir bir fırsat olarak görülür. Bu şirketlerde ayrıntılı ve titiz bir şekilde hazırlanan iklim değişikliği stratejisi, kamuoyuna açıklanarak eyleme dökülür.
Düşük karbonlu bir gelecek için veri yönetimini sağlayın: Eylemleri teşvik etmek ve emisyonları azaltmak için veriler toplanmalı, risk yönetimine entegre edilmeli, karbon azaltımını teşvik etmek için kullanılmalı. Verileri her zaman stratejik ve operasyonel risk yönetimine entegre olacak şekilde kullanmak ve yönetmek için etkin yönetişim yapılarını hayata geçirin.
Dönüşümde yönetim kurulunun itici gücünü kullanın: İklim verileri, kurumsal stratejiye bilgi sağlamak için yönetim kurulu düzeyinde kullanılmalı. Liderler tüm kuruluş genelinde iklim etkisine bütüncül bir yaklaşımı benimseyerek; iklim değişikliği çalışmalarında temel uyumun ötesine geçme ve karbondan arındırma gündemini gelecek stratejisinin itici gücü olarak kullanmalı.
EY Türkiye İklim Değişikliği ve Sürdürülebilirlik Hizmetleri Lideri Ece Sevin bu yılki EY Küresel İklim Riski Barometresi ile ilgili şu değerlendirmelerde bulundu: “Bu yılki EY Küresel İklim Risk Barometresi; net sıfır ekonomiye geçişimizi önemli ölçüde hızlandırmamız gereken bir dönemde, belirtilen iklim hedefleri ile bunları gerçekleştirmeye yönelik kurumsal eylemler arasında bir kopukluk olduğunu gösteriyor. İklim riskinin açıklanması; ayrı bir onay kalemi olarak değil, daha kapsamlı bir stratejinin parçası ve rekabet avantajı elde etmek için bir fırsat olarak görülmelidir. Bu, özellikle gerçek değişimi benimsemesi ve gerçekleştirmesi gereken liderler için çok önemli bir fırsat olabilir. İş dünyası, taahhüt zihniyetinden, karbonsuzlaştırma stratejilerinin operasyonlarının tamamında uygulandığı bir eylem planına geçmelidir."
Raporun tamamına EY Web sitesi üzerinden ulaşılabilir.
Küresel yenilenebilir enerji kapasitesini 2030'a kadar 3 katına çıkarma taahhüdüne ulaşmak için yıllık 2 trilyon dolar yatırıma ihtiyaç duyulduğu hesaplandı.
Küresel yenilenebilir enerji kapasitesini 2030'a kadar 3 katına çıkarma taahhüdü, 30 Kasım-12 Aralık 2023 tarihlerinde Dubai'de düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 28. Taraflar Konferansı'nda (COP28) 100'ün üzerinde ülke tarafından kabul edildi.
Uluslararası düşünce kuruluşu Climate Analytics'in yeni raporunda, söz konusu hedefe ulaşmak için ihtiyaç duyulan yatırımlar hesaplandı.
Buna göre, 2030'a kadar küresel yenilenebilir enerji kapasitesini 3 katına çıkarmak için toplam 12 trilyon dolar yatırıma ihtiyaç duyuluyor. Bu yatırımın 4 trilyon doları, şebeke ve depolama altyapısı için gerekiyor.
Toplam yatırım ihtiyacı 2030'a kadar yıllık 2 trilyon dolar olarak hesaplanırken, bu rakam mevcut yatırım seviyesinin de 2 katına çıkarılması gerektiği anlamına geliyor.
Ancak, küresel yenilenebilir enerji kapasitesini 3 katına çıkarmak için atılması gereken adımların hızı bölgelere göre değişiyor. Bu kapsamda, Sahra Altı Afrika'da söz konusu hedefin dünya ölçeğiyle uyumlu olması için yenilenebilir enerji kapasitesinin 7 kat artması gerekiyor.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ülkelerinin 2030'a kadar yenilenebilir enerji kapasitesini 2 katına çıkaracağı tahmin ediliyor ancak bu durumda OECD ülkeleri COP28'de verilen taahhüdün gerisinde kalıyor.
Asya bölgesinde ise yenilenebilir enerji kapasitesinin 2030'a kadar yaklaşık 4 katına çıkarılmasına ihtiyaç duyuluyor. Çoğunlukla Çin ve Hindistan'daki politikaların etkisiyle Asya'nın yenilenebilir enerji kapasitesini 3 katına çıkarma hedefine büyük ölçüde ulaşan tek bölge olacağı tahmin ediliyor. Ancak, bu ülkelerdeki önemli kömür ve doğal gaz boru hatları atıl varlık riski yaratıyor veya dönüşümü yavaşlatıyor.
Rapora göre, küresel sıcaklık artışını 1,5 dereceyle sınırlandırmak için dünyada yenilenebilir enerji kapasitesinin güçlü şekilde büyümeye devam etmesine ve 2035'e kadar 2022'deki seviyesine göre 5 kat artmasına ihtiyaç duyuluyor.
Raporun başyazarı ve Climate Analytics Uzmanı Neil Grant, rapora ilişkin değerlendirmesinde, "Yılda 2 trilyon dolar kulağa maliyet gibi geliyor ama bu aslında bir seçim. Bu 10 yıl içinde fosil yakıtlara 6 trilyon doların üzerinde yatırım yapılacak ki bu rakam yenilenebilir enerji kapasitesini 3 katına çıkarma hedefine ulaşmada gereken yatırım açığını kapatmak için fazlasıyla yeterli. Bu seçimle karşı karşıya kaldığımda, ben en güvenli ve en değerli seçenek olan yenilenebilir enerjiyi seçerdim." ifadelerini kullandı.
Climate Analytics Politika Başkanı Claire Fyson ise OECD'nin yenilenebilir enerji kapasitesini 3 katına çıkarması gerektiğinin altını çizerek, "Ancak şu anda hedefin çok uzağında iklim lideri olduğunu iddia eden bölge ülkelerinin, sadece kendi ülkelerinde yenilenebilir enerjiyi artırarak değil, aynı zamanda 3 katına çıkarma hedefine katkıda bulunmak için finansmana ihtiyaç duyan diğer bölgeler için de harekete geçmeleri gerekiyor." uyarısında bulundu.
Global Renewables Alliance Üst Yöneticisi Bruce Douglas, yenilenebilir enerji sektörünün söz konusu hedefi gerçekleştirmeye hazır olduğunu ancak bu hedefe zamanında ulaşabilmek için hükümetlerin yenilenebilir enerji yatırımlarını daha da hızlandırmak üzere acilen harekete geçmesi gerektiğini belirtti.
Douglas, kamu finansmanının önemine işaret ederek, "Özellikle de gelişmekte olan pazarların yenilenebilir enerji çağına katılması için düşük maliyetli sermayeye erişim sağlayacak uluslararası destek, herkes için temiz, güvenli ve adil bir geçiş sağlamak için kilit önem taşıyor." değerlendirmesinde bulundu.
Kaynak : AA
Emisyonların tedarik zinciri boyunca ölçülmesi ve raporlanması sürdürülebilirlikte önemli rol oynuyor.
Doğrudan emisyonlar ve enerji satin alımlarından kaynaklanan dolaylı emisyonları içeren Kapsam 1 ve Kapsam 2 raporlamalarının yanı sıra, değer zinciri faaliyetlerinden kaynaklanan Kapsam 3 emisyonlarının da takibi gün geçtikçe önem kazanıyor.
OECD ve Dünya Ekonomik Forumu (World Economic Forum, WEF) tarafından hazırlanan “Tedarik Zincirlerinde Emisyon Ölçümü” raporu, tedarik zincirlerindeki emisyon ölçümlerinde işletmelerin karşılaştığı zorlukları ve sahip olduğu fırsatları ele alıyor.
Kapsam 3 emisyonlarının raporlanması genellikle yatırımcı ve sivil toplum beklentilerine cevap verme amacıyla gönüllülük esasına dayanırken, bunu zorunlu hale getirmek için girişimler de devam ediyor. Ancak küresel ölçekli bir standart oluşturmak, yaygın olarak kullanılan raporlama standartları arasındaki veri çeşitliliği ve farklı hesaplama yöntemleri nedeniyle zorlu bir süreç haline gelmiş durumda.
Özellikle tarım ve gıda sektöründe coğrafi farklılıkların emisyon tahminlerini karmaşık hale getirdiği, madencilik sektöründe ise aşağı akış emisyonları raporlamasının doğrulanmış veri eksikliği ve standart çeşitliliği nedeniyle zorlayıcı olduğu belirtiliyor.
Sektörel farklılıklar nedeniyle tek bir standartın her sektöre uygulanamaması, endüstri inisiyatiflerinin farklı ölçüm yaklaşımlarını test ettiği bir ortamı doğuruyor. Ancak bu durum, tedarik zincirleri üzerindeki maliyetleri artırma potansiyeli taşıyor.
Küresel ekonomide karbon azaltımını desteklemek adına işlevsel ve birlikte çalışabilen sistemlere ihtiyaç duyuluyor. Bu durumun, özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeler ile gelişmekte olan ülkeler tarafından dikkate alınması gerekiyor. Aksi takdirde ölçüm ve raporlama yükümlülüklerinin getirilmesinin rekabet gücünü azaltabileceği ve ticari engeller doğurabileceğine dikkat çekiliyor.
Özel ve kamu iş birliği önemli rol oynuyor
Özel sektör ve kamu arasında kurulacak iş birliği, emisyon azaltımında kritik bir rol oynuyor. Bu doğrultuda her sektörün farklı yapılanması göz önünde bulundurularak, uygulanması basit stratejilerin hayata geçirilmesi gerekiyor.
Raporlamada bildirilen emisyon miktarının üçüncü taraflarca doğrulanması güvenilirliği artırıyor. Süreçte dijital araçların kullanılması da gerekli hesaplamalar ve veri iletimlerini otomatikleştirerek, akışın izlenebilmesine olanak tanıyor.
Kaynak: İSO Yeşil Blog
EY (Ernst & Young), iklim değişikliği odaklı çalışmalar yürüten ve temel sürdürülebilirlik olgunluğuna sahip şirketlerin katıldığı "2023 Sürdürülebilir Değer Çalışması"nı yayımladı.
Şirketten yapılan açıklamaya göre, dünya çapında 520 katılımcıyla hazırlanan EY Sürdürülebilir Değer Çalışması, iklim değişikliği çalışmaları konusunda ilerlemenin yavaşladığını, sera gazı emisyonlarının azaltılmasında ortalama yüzde 30'dan yüzde 20'ye düşüş yaşandığını ve iklim hedeflerine ulaşmak için belirlenen tarih olan 2036'dan 2050'ye bir gecikme söz konusu olduğunu ortaya koyuyor.
Türkiye'de sürdürülebilirlikten sorumlu 105 üst düzey yöneticiden elde edilen bilgilerle düzenlenen EY Sürdürülebilir Değer Çalışması Türkiye ise Türk şirketlerinin iklim taahhüdü verme konusunda küresel şirketlere göre daha önde olduğunu ancak taahhütleri yerine getirme ve aksiyon almada küresel şirketler kadar hızlı olmadıklarını gösteriyor.
Araştırmaya katılan şirketlerin yüzde 90'ının kamuya açık iklim değişikliği taahhüdü bulunuyor. Şirketler emisyonlarını ortalama olarak yüzde 34 azaltmayı planlıyor ancak şimdiye kadar sadece yüzde 23 azaltıldığını belirtiyor. Dünyanın, 1.5 santigrat emisyon azaltım hedefini yakalayabilmesi için 2030 yılına kadar yüzde 45'lik azaltıma ihtiyaç duyuluyor. Ancak mevcut taahhütler bu hedefe ulaşma konusunda yetersiz kalıyor. Şirketlerin sadece yüzde 19'u karbon negatif ve yüzde 12'si net sıfır karbon taahhüdünde bulunurken, yüzde 27'si emisyonlarını yüzde 45 veya daha fazla azaltmayı planlıyor ve sadece yüzde 55'inin 2030 yılına kadar bir emisyon azaltma taahhüdü bulunuyor.
Türkiye'de durum nasıl?
Şirketler taahhütleri aksiyona dönüştürmenin ilk aşamalarında en fazla ilerleme ise ölçüm ve yönetişim konularında kaydediliyor. Bunun yanı sıra, Türkiye'deki şirketler hükümetler ile özel sektör işbirliğinin iklim değişikliği hedeflerine ulaşma konusunda yeterli olmadığını düşünüyor.
Katılımcıların yüzde yüzde 40'ı iklim değişikliği girişimlerinin, kuruluşlarının finansalları üzerinde olumlu bir etki yaratacağını belirtiyor, olumsuz bir etki yaratacağını düşünenlerin oranı ise yüzde 15 olarak ölçülüyor.
Her 10 kuruluştan 6'sı iklim değişikliği konusunda geçtiğimiz yıla kıyasla daha fazla yatırım yapmayı planlıyor. Şirketlerin iklim değişikliği girişimlerine yatırım yapması için en önemli motivasyonu ise gelecekte oluşabilecek risklere karşı dayanıklılığının artırılması olarak belirtiliyor.
Dünya çapında iklim değişikliği hedefleri geriledi
Devam eden enflasyon ve tedarik zincirleri üzerindeki önemli baskıyla birlikte mevcut jeopolitik çalkantılar, beş şirketten birinin son 12 ay içinde iklim taahhütlerini revize etmesine yol açan faktörler arasında. 2023 ile karşılaştırıldığında, kuruluşlar arasında giderek artan bir kutuplaşma görülüyor. İklim değişikliği konusunda en fazla eyleme geçen "lider" şirketler ile "gözlemciler" yani en az eylemde bulunanlar arasındaki fark önemli ölçüde artıyor.
Bu konuda önemli adımlar atan kuruluşların yüzde 95'i kamuoyu ile paylaşılmış iklim taahhütlerine sahip olmaya devam ederken, gözlemciler arasında bu oranın yüzde 94'ten yüzde 67'ye düştüğü görülüyor.
Küresel sıcaklık artışını 2099 yılına kadar 1,5 santigrat ile sınırlı tutmak için küresel karbondioksit emisyonlarının 2034 yılına kadar net sıfıra ulaşması gerekiyor. Ancak EY 2023 Sürdürülebilir Değer Çalışmasından elde edilen sonuçlar, sürdürülebilirlik konusundaki ilerlemenin küresel hedeflere ayak uydurmak için gerekenin gerisinde kaldığını gösteriyor.
"Küresel ölçekte ortaya çıkan birçok krizle mücadele etmek zorundayız"
Açıklamada görüşlerine yer verilen EY Türkiye iklim Değişikliği ve Sürdürülebilirlik Hizmetleri Lideri Ece Sevin, 2023 Sürdürülebilir Değer Çalışması ile Türkiye'deki şirketlerin iklim değişikliği kapsamında yürüttükleri çalışmaları, belirledikleri hedefleri ve bu hedeflere ulaşmada karşılaştıkları zorlukları ortaya koymayı amaçladıklarını belirtti.
Sevin, COP 28'den çıkan sonuçların da küresel çabalarda gerekli hızlanma olmadığı takdirde, sera gazı emisyonlarının bu yıl tarihi bir zirveye ulaşacağını göstermekte olduğunun altını çizerek, şunları kaydetti:
"Türkiye, 2022 yılında 400 milyon ton karbon emisyonu ile küresel olarak en yüksek emisyona sahip ülkeler sıralamasında 15'inci olarak yer alıyor. Hızla büyümeye ve tüketmeye devam ederken küresel ölçekte ortaya çıkan birçok krizle mücadele etmek zorundayız. Bazı krizleri durdurmak alınacak önlemlerle mümkünken, maalesef iklim krizini ancak yavaşlatmak mümkün. Hükümetler seviyesinde açıklanan stratejiler ve atılan adımlar, kurumları dönüştürmekte önemli bir itici güç olarak görülüyor. Ancak yapılan analizler bu hedeflerin iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerini önlemek için yetersiz olduğunu gösteriyor. Bu noktada kurumlara düşen sorumluluk çok büyük. Risklerini ve fırsatlarını doğru belirlemek ve buna göre ileriye dönük stratejiler kurgulamak işin başlangıç noktası olmalı. Geç kalmadan dönüşüm adımları atılmalı. Vakitlice bu dönüşümü sağlayıp adapte olmayı başaranlar ise artan rekabet gücü, marka imajı ve finansal performansları ile krizi fırsata dönüştürmüş olacak."
Kaynak: Dünya Gazetesi
İklim Değişikliği Başkanlığı 2024 – 2028 Stratejik Planı yayımlandı
“2024 – 2028 Stratejik Plan” belgesi, 2053 Net Sıfır Emisyon Hedefi doğrultusunda Türkiye’nin iklim değişikliğiyle mücadele stratejilerini ortaya koyuyor.
T.C. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Başkanlığı tarafından yayımlanan “2024 – 2028 Stratejik Plan” belgesi, “2053 Net Sıfır Emisyon Hedefi” doğrultusunda yeşil dönüşümün tüm paydaşları kapsayarak gerçekleştirilmesi ve iklim dirençliliğinin inşa edilmesine öncülük eden bir yol haritası sunuyor.
“2024 – 2028 Stratejik Planı; iklim değişikliğiyle mücadelede tüm paydaşların katılımıyla bilimsel yöntemlere dayalı, çevresel, sosyolojik, ekonomik, teknolojik ve finansal unsurları içeriyor. Plan ile; politika ve stratejilerin belirlenmesi, iklim değişikliğine uyum ve sera gazı emisyon azaltım hedefleri çerçevesinde piyasa mekanizmalarının kurulması başta olmak üzere ulusal ve uluslararası çalışmaların yürütülmesi hedefleniyor.
Stratejik plan kapsamında 2028’e kadar sağlanan sera gazı azaltım miktarının %39 seviyesine ulaşması, hibe programı kapsamında verilen hibe miktarının bir milyar iki yüz otuz milyon liraya ulaşması ile Türkiye’nin İkinci Ulusal Katkı Beyanı ve Ulusal Yeşil Taksonomi Mevzuatı’nın tamamlanması planlanıyor.
Stratejik planda üç temel amaç yer alıyor.
“2053 Net Sıfır Emisyon Hedefi” doğrultusunda yeşil dönüşümün gerektirdiği adımların atılması için;
Ulusal ve yerel ölçekte iklim değişikliğine uyum kapasitesinin arttırılması kapsamında;
Kurumsal kapasite ve kabiliyetin artırılması için ise;
Stratejik Plan kapsamında ilk altı ayın sonunda belirlenen hedeflerin ne ölçüde gerçekleştiğine ilişkin olarak ilgili birim yöneticilerinden veriler istenecek ve bu veriler değerlendirilerek altı aylık rapor hazırlanacak.
Kaynak : İSO Yeşil Blog